Cinayeti O yazdi - страница 4
Bu sahne onun yayınlanmamış taslağındaydı. Kimse okumadı. Yayıncı değilim, arkadaşım bile değil. Çok kişisel olduğunu düşünerek bunu kendisi çıkardı. Ama işte burada – kelimesi kelimesine.
Nefesi kesildi.
Sadece kulak misafiri olmadı. İçeriden çalındı. Anılardan, duygulardan, aklından hiç çıkmayanlardan.
Ayağa kalktı. Kağıtları bir kalkan gibi göğsüne bastırdı. Kafamda bir uğultu var, trenin çoktan kalktığı bir tünelde olduğu gibi, ama rüzgar hala gürültülü.
Son sayfanın arkasında bir yazı vardı. Küçük, neredeyse farkedilemez. Yazıldı:
«Sonraki bölüm: kim olduğumu öğreneceksin. Ama sadece okumaya devam edersen.»
Giriş kapısına, sokağa, gelip geçen arabalara baktı.
Dünya hâlâ aynıydı. İnsanlar işlerine gittiler. Kahvehaneler açılıyordu. Postacılar sabah gazetelerini dağıtıyordu. Ama onun içinde her şey farklıydı.
Korku değil.
Ve panik yapmayın.
Ve sonrasında anladığınız zaman gelir: Zaten hikayenin içindesiniz. Bir gözlemci değil. Tanık değil. Ve karakter. Seçilen kişi.
Elina daireye döndüğünde yaptığı ilk şey kapıyı kilitlemek oldu. Yavaşça, bir tıklamayla, ki bu daha önce formalite gibi görünüyordu, ama şimdi – onun dünyası ile bir başkasının bakışı arasındaki son engel.
Çaydanlığı ocağa koydu ama açmadı. Sanki bütünlük duygusunu yeniden kazanmak, nefesini içinde tutmak istermiş gibi omuzlarından tutarak orada öylece durdu.
Masanın üzerinde sayfalar vardı. Tam bir dosya gibi. Başkasının mektubu ama sanki onun kafatasından yazılmış gibi.
Tekrar okudu ve her paragrafta algıda algılanamaz bir şeyin nasıl değiştiğini hissetti – kelimeler bir hikaye gibi değil, sanatsal biçimde şifrelenmiş bir uyarı gibi gelmeye başladı.
Metnin köşesinde mürekkep kararmış. Yoksa onun hayal ürünü müydü?
Aniden dahili telefon çaldı.
Sanki rüyalar kapı zilini çalıyormuş gibi sıkıcıydı.
Kamerayı açmadan yaklaştı. Cevaplandı.
– Evet?
Sessizlik.
Yalnızca sessizlikte canlı bir şey vardır. Nefes? Yoksa rüzgar mı?
Bir daha sormadı. Bağlantıyı yeni kestim.
Mektuba geri döndüm. Onu gün ışığına çıkardı. Zarfın iç kısmında ince mürekkeple zar zor fark edilen bir damga var: MS 2:1.
Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu. Hoşçakal. Ancak bunun anahtarın olduğu hissi gitmedi.
Bakışları kitaplığa takıldı. Yüzlerce kitap arasında on yıldır dokunmadığı bir kitap vardı. Yalnızlığın Anatomisi’nin gri, omurgasız, eski kopyası. Bir zamanlar bu kitap üzerine bir tez yazmıştı. Ve kenarlarında notlar vardı. Bir mektuptaki el yazısına çok benzer.
Onu çıkardı. Toz hafif bir bulut halinde yükseldi ve birinin görünmez izi gibi bileğimi sardı.
Sayfa 201’de – «İzleyen Sayfalar» başlığı altında – bir zamanlar altını çizdiği bir bölüm vardı:
«Bir noktada metin bizi yazmaya başlar. Okuduğumuzu sanırız ama kelimeler zaten içimizde filizlenmeye başlar. Başka birinin performansındaki senaryolar gibi, önceden yerleştirilmiş düşünceleri telaffuz ederiz.»
Sanki daha önce orada olmayan ayrıntıların birdenbire ortaya çıktığı geçmişten bir Polaroid gibi kitabın başında oturuyordu.
Gözlemin fiziksel olmadığını hissetti. Sözlüdür. Dilsel.
İçeriden okundu.
O akşam çalışmaya çalıştı. Dizüstü bilgisayarımı açtım ve ödevlerimi düzenlemeye başladım.
Ancak öğrencilerden birinin makalesinde tuhaf bir şey fark ettim: Makalenin ortasında, dün sabah pencereden dışarı bakarken yüksek sesle söylediği kelimelerin aynısını içeren bir cümle vardı:
«Görünüşe göre yok olmaya başlıyorum. Varlık anlamında değil, ses anlamında.»